The Witcher 3: Wild Hunt İnceleme

Oyun Mekanikleri

Bilmeyenler için söyleyelim; Geralt iki faklı kılıç kullanıyor. Çelik olan insanlara karşı, gümüş olan ise yaratıklara karşı. Bu kılıçların ve tabii ki de kullandığımız zırhların belirli bir dayanıklılığı var. Zarar görürse verdiğimiz hasar ve aldığımız hasar artıyor mesela. Bunlar için ise gidip köyde kasabadaki demircilerden yaptırıyoruz. Zırhlarımıza güçlendirme veya eklentiler yaptırabiliyor yada yeni bir zırh yaptırabiliyoruz eğer elimizde doğru malzemeler varsa. Kılıç dışında seçeneklerimiz de çok. Diğer oyunlardan hatırlayacağımız üzere Sign adı verilen büyülerimiz aynen duruyor. Aard, telekinetik bir dalga, düşmanlarımızı geriye itip, kısa süreliğine bayıltabiliyor. Igni, ateş dalgası, düşmanları ve bazı durumlarda çevreyi yakıyor. Yrden, büyülü bir tuzak alanı oluşturuyor. Quen, Geralt üzerinde koruma kalkanı oluşturuyor. Axii ise düşmanların zihnini etkiliyor. Büyülerimiz dışında çatışma sırasında kullanacağımız bombalar, tuzaklar var. Ayrıca bir de Crossbow’umuz var.  Özellikle uçan yaratıklara karşı gayet etkili olan bu ufaklık çoğu yerde ihtiyacımızı görüyor.

Oyunun çatışma mekanikleri bayağı bir elden geçmiş. Alt tuşuyla bir adım, Space ile takla atarak saldırılardan kaçabiliyor, Q ile Sign büyüsü yapıyoruz. R ile envanterimizden atadığımız yiyeceği yiyebiliyor, F ile atadığımız iksiri içiyoruz. Mouse tekerleği ile de bomba, tuzak veya crossbow’umuzu kullanabiliyoruz. Özellikle burada alt ve space ile yaptığımız hareketlere dikkat çekmek istiyorum. Bilmiyorum ben mi beceriksizim ama Wild Hunt önceki oyunlara göre daha acımasız geliyor bana. Gerçi tam aksine oyunun zor modda bile kolayca oynandığını okudum ama zaman zaman Dark Souls mu açtım ben yanlışlıkla diye düşündüğüm oldu. Özellikle düşük seviyedeyken karşılaştığımız bazı yaratıklar sağlam bir atakla canımızın önemli bir kısmını götürebiliyor. Böyle durumlarda Souls serisinden öğrendiğimiz taktikler hayatımızı kurtarıyor. Neydi peki bunlar? Şöyle ki düşman saldırdığında parry yapıyor, saldırıyor, hasar verdikten sonra ya gelen saldırıyı karşılıyor ya da alt-space ile kaçıp tekrar saldırıyoruz yüksek seviyeli düşmana. Düşmanın sağlık barının yanında yeşil renk varsa onu öldürebileceğimiz anlamına geliyor. Kuru kafa varsa kesin ölüm diyor oyun ancak doğru kombine ataklarla indirebiliyoruz kuru kafalıları. Tabii teker teker saldırırlarsa. Daha 3. seviyedeyken üzerime çullanan 4 tane 10. seviye düşman gayet yormuştu beni mesela. Oyun aksiyon RPG diye yardırmayın, dikkatli oynayın.

Önemli bir değişikliğe giden bir başka unsur ise yetenek ağacı ekranı ile crafting-alchemy ekranları olmuş. Diğer oyunlarda meditasyon sırasında yapıp içtiğimiz potion’ları Wild Hunt’ta doğrudan menüye girip hazırlayıp içiyoruz. Oyunu hızlandıran bir özellik olsa da bunu yaparak sadece diğer RPG’ler gibi olmuş Witcher. Oyunun o kendine has ruhunu baltaladığını düşünüyorum şahsen. Yetenek ağacı ise dümdüz olmuş. Özellikle 2. oyunun menü sistemine hastayken burada böyle düz bir menüden seçerek karakter gelişimini gördüğümüzden canım sıkıldı. Ne gerek vardı buna? Son dakikaya bırakılan bir şey miydi acaba? Ayrıca ilk gösterilen envarter ekranından fersah fersah uzak olduğumuzu da hatırlatayım. Şöyle ki bize gösterilen ilk envanter ekranı şu şekildeydi.

The Witcher 3: Wild Hunt inceleme

İlk gösterilen envanter ekranı

Gayet hoş görünüyor değil mi? Bir de oyundaki ekrana bakalım

The Witcher 3: Wild Hunt inceleme

Oyundaki de böyle

Gayet düz ve bayağı bir envanter ekranı olmuş bana göre. Yani, o kadar heyecanlıyız ki oyun için, böyle detaylar canımızı sıkıyor. Ha bunu eleştirmenin bir anlamı yok belki de ancak dediğimi tekrarlıyorum; Witcher ruhuna yakışmamış.

Yetenek ağacına kızıp da göstermemek olmaz. Hatırlarsanız 2. oyunda şu şekildeydi yetenek ağacımız

The Witcher 3: Wild Hunt inceleme

 

3. oyunda ise böyle

The Witcher 3: Wild Hunt inceleme

 

Yani gerçekten alelacele yapılmış gibi durmuyor mu sizce de? Bilemedim, böyle yapmışlar bu sefer, neyse diyip geçiyorum.

Bütün bu “garip” değişiklerin yanında oyunun hastası olduğum yanları da var senaryosu dışında, müzikleri. Oyuna asıl ruhunu veren şey bence müzikleri olmuş. Marcin Przybylowicz, Mikolaj Stroinski ve Percival grubunun elinden çıkma ezgiler bizi Orta çağa götürüyor. Özellikle yaratıklarla karşılaştığımızda çalan bir ezgi var ki anlatamam. Abartmıyorum 3 gündür soundtrack’i (ön siparişle geldi) dinliyorum. Evde, işte, yolda yani kulaklığımın takılı olduğu her an…

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=z6fyS_yS228]

3. sayfada devam ediyor.

Hızlıca Paylaş!