Çizgi Film Diye İzlenen Animeler
Çocukluğumuza Dönmemizi Sağlayan “Japon Çizgi Filmler”
Başlık “Çizgi Film Diye İzlenen Animeler” olabilir; ancak burada asıl bahsedilen aynı zamanda birer anime oldukları bilinmeden izlenmiş olan çizgi filmlerdir. O yüzden kimse “anime çizgi film değil mi?” falan demesin. Onun yerine dünyada çocuklara armağan edilen ilk bayram olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, Türk halkına kayıtsız ve şartsız egemenliği kazandıran Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı, özlem ve rahmetle analım, kutlamamızı yapalım ve biraz da çocukluğumuza dönelim.
Çocukluğumuzda çoğunlukla anime olduğunu bilmeden izlediğimiz çizgi filmlere dair yazılar, daha çok ekibimizin anılarına göre hazırlandı. Bu sayede farklı bir sunumda bulunmak istedik. Yani öyle tanıtımlar beklemeyin. Bakalım Team Fantastica’nın çocukluğuna damga vuran seriler hangileriymiş?
Alps no Shoujo Heidi (1974)
Sene 80’lerde bir bölüm, TV’ler zaten birkaç yerde ya var ya yok, o sıralarda hayatımıza girdi bu Heidi. Polyanna’nın İsviçre Alp’lerinden gelen kuzeni diye düşünebileceğimiz hanım kızımızı 52 bölüm boyunca kah Peter ile dalaşırken, kah Clara ile şehirde gezerken, kah adı olmayan dedesi “Büyükbaba” ve köpeği Joseph ile eğlenirken izliyoruz. Aklımıza kazınan o müthiç Alp dağlarının eteklerinden akan görüntüler ve Bayan Rottenmeier adı da cabası.
Kahramanımızı onca bölüm, 2 OVA ve bir film boyunca hep bir iyilik timsali, başına birşeyler gelen drama hikayesi olarak izledikten seneler sonra “anime” olarak öğrenmek en garibiydi. Güzel oldu tabi ama o zamanlar anime olduğunu bilseydik, gözümüz açılır, ufkumuz genişlerdi. -Kymophobia
Akage no Anne (1979)
Hikayemiz Marilla ve Matthew Cuthbert isimli kardeşlerin kendilerine çiftlik işlerinde yardım etmesi için bir çocuk evlat edinmesiyle başlıyor. Özellikle bir erkek çocuğu isteyen Marilla, Anne Sharley isimli kızıl saçlı, zayıf bir kız ile karşılaşınca hayal kırıklığına uğrar. Ancak her şeye rağmen Cuthbertler Anne’in yanlarında kalmasına karar kılarlar. Böylece yeni bir hayatın, yeni dostlukların hayaliyle dolup taşan Anne’in maceralarına tanık oluyoruz. Çocukken annem ve kardeşimle birlikte izlediğim aile ve dostluk bağlarının en güzel şekilde yansıtıldığı bu nostaljik seri türünün en iyi örneklerinden biridir. – hanajima
http://www.youtube.com/watch?v=3GHXze7o72s
Versailles no Bara (Rose of Versailles) (1979)
Versailles no Bara izleme dönemim, lise yıllarıma denk gelse de hala animenin ‘çizgi film’ olduğunu sandığım dönemlerimdeydi. Erkek çocuğu olmadığı için en son doğan kızını erkek bir evlat gibi yetiştiren ve Saray Muhafızları Komutanı (tarihte gerçek bir isim olan General de Jarjeyes) bir babanın kurbanı Oscar’ın hikayesi gibidir bu seri. Aslında ardında daha derin bir konuyu; dönemin en önemli izlerini taşıyan Fransız İhtilali’ni, tüm gerçekçiliğiyle izleyenlerine en güzel şekilde sunmaktadır. Gerçek karakterlerin, gerçek olayların ve gerçek hikayelerin harmanlandığı muhteşem kurgusuyla Oscar ve çevresinin hikayesini sunar. İlk bölümlerinde sadece Oscar & Kraliçe Antoinette dostluğunu izleyeceğinizi düşündüğünüz anda, patlak veren ihtilal ile daha derin bir dostluğa, daha gerçekçi bir hikayeye, özenilesi aşk deryasına ve iz bırakan ağır drama doğru yol alırsınız. Sizi, bilmediğiniz ya da bildiğinizi sandığınız o yanlış dünyanın; asiller ile halkın acımasızca dövüştüğü o savaşın ortasına bırakıverir. O dört dörtlük dünyasında kaybolup gider, geriye dönmek istemezsiniz. Çocukluğumun vazgeçilemez çizgi film olsa da benim ‘tek geçtiğim animeler’ listemin ilk sırasındadır yer alan bu yapım çocukluğumda çizgi film olarak izlemiş olduğum en iyi animedir ve elbette en iyi kadın karaktere sahip tek isimdir gözümde. -Squaw
Nils no Fushigi na Tabi (1980)
İsveç kırlarında bir çiftlikte yaşayan şımarık ve haylaz bir çocuk olan Nils hayvanlara kötü davranması sonucu bir ev cini tarafından parmak çocuk kıvamına getirilerek cezalandırılır. Kendi küçülüp etrafındakiler büyüdüğünde Nils, kendisinin aslında o kadar da büyük olmadığını fark eder. Nils’in maceraları çocukluğumuza iyiliği, dostluğu, hayvan sevgisini aşılayan yegane serilerden biriydi. -Vanilla
Ganbare Genki (1980)
Türk halkının iki baskın özelliği vardır: Misafirperverlik ve güçsüzü savunma dürtüsü.
Kahramanımız Horiguchi doğumu sırasında annesini kaybetmiş ve boksör babası tarafından büyütülmüş bir oğlandır. Birlikte türlü kasabalar gezerek ve panayırlardaki gösterilere, şov amaçlı boks maçlarına katılarak hayatlarını kazanmaktadırlar. Her ne kadar Horiguchi’nin hayali babasıyla birlikte büyümek ve onunla birlikte dövüşmek olsa da, maalesef babasını da kaybeder ve büyükannesi ve dedesi tarafından büyütülmek durumunda kalır. Ailesinin inadına direnerek ve gizliden gizliye kendisini geliştirerek ilerlediği boks yolunda başından geçenleri izlediğimiz seri, muhtemelen 80 çocuklarının ilk sportif deliliği haline gelmiştir. Özellikle “hızla geçen trene bakarak içindeki insanları seçebilme antrenmanı” sahnesini unutmak mümkün değil gibi geliyor. -Kymophobia
https://youtu.be/K8WomZNl52o
Voltron – Hyakujū-ō Goraion (1981)
Çölde su arasa ütü bulan bahtsız vatandaşlarımızın sık sık andığı, hayatımda izlediğim ilk mecha: İşte karşınızda Voltran! Siyah, kırmızı, yeşil, sarı ve mavi 5 robotik aslanın tek bir dev robotu oluşturduğu, açılış müziğiyle bile insanın içinde galaksiyi kurtarma isteği uyandıran, bir zaman sonra Prenses Allura’yı mavi aslanın kumandasına oturtup hemcinslerime göz kırpmış çocukluğumuzun efsanesi. Orijinal Japonya versiyonu 1981-1982 yılları arasında yayınlanmış, daha sonra 1984 yılında sağı solu değiştirilerek Amerikan versiyonu yaratılmış bu animeyi “Siyah aslan kim olacak?” kavgalarımız ve birbirimizin ayakları gözümüze ağzımıza girerken yaşadığımız “Bir dahakine kafa ben olucam!” umudu ile anıyoruz. – Speira
http://youtu.be/1uS5b8aQ6z8
Captain Tsubasa (1983)
Kaptan Tsubasa, ya da ülkemizde yayınlanan ismiyle, Küçük Golcü, futbolu çok seven ve bir gün Japonya adına Dünya Kupasını kazanmak isteyen Tsubasa Oozora isimli gencin futbol macerasını konu edinir. Tsubasa şimdi bile 90’lı yıllarda çocuk olan kız erkek herkese futbol sevgisini aşılayan çok sevimli ve hırslı bir karakterdir. Bir bayan olmama rağmen bu anime sayesinde mahallenin emektar kalecisi olmuştum. Ne zaman bir top kurtarsam (nadir de olsa), “Wakabayashi Genzouuuu” diye bağırırdım. Wakabayashi takımın kurtarıcısı, yıldız kalecisiydi. Babamın omzunda izlediğim Galatasaray maçlarında, hatırlıyorum da, ne zaman takım gol yese, “Wakabaashi gelsin, bu adam yapamıyor” ya da “Wakabaashi gözü kapalı kurtarıyor babaa” derdim. Kısacası, o yıllarda babam rahatça maç izlemek ne demek unutmuş ve Tsubasa’ya bayağı sövmüştü. Tabi bu mahallenin diğer çocukları için de geçerli, artık tüm Türkiye attıkları her şutta “vee Tusubasaa golü ataar” diye bağırır olmuştu. Özledik seni kaptan, keşke o yıllara geri dönebilsek de annelerden terlik yeme pahasına sabahın 6’sında Tusubasa tezahüratları yapabilsek! -Kanade
***Önemli Not*** Yazıdaki “Wakabaashi” yi düzeltme Shalafi Fantastica, ordaki benim çocukluk aksanım :D (Onu bırak, Yumurcak TV videosuna bile dokunmadım. :) -Shalafi)
Bu da Wakabayashi’nin gözü kapalı kurtardığı gol!
Transformers (1984)
Mecha türünün en önemli temsilcilerinden, bin bir çeşit animesi yapılan, yeni bölümlerini izlerken “Acaba neye dönüşüyor?” diye merak ettiğimiz (Neye dönüşebilir ki zaten? Ya araba, ya kamyon, tır, ya uçak, helilkopter…) Transformers’ı başkası alsın diye bekledim öncelikle. Gönüllü çıkmayınca bütün o hüzünlü anılarıma rağmen Transformers’ı aldım. Transformers, Türkiye’de de yayınlandığı yıllarda acayip popüler olmuştu.
Küçükken odam sakızdan çıkan Transformers çıkartmalarıyla doluydu, tavanda bile çıkartmalar vardı. (Hatta o sakız firması neyse artık, o firmanın sahibi sayemde dünyanın sayılı zenginlerinden olmuştur.) Çocukluğumun en büyük şoklarından biri, bir gün okuldan döndüğümde temizlikçi kadının odamdaki bütün çıkartmaları söküp temizlik yapmasıdır herhalde. Kötü görünüyormuş efendim. Sana ne oluyor yahu? O an o temizlikçi kadını temizleyip, sonsuza kadar ortadan kaldırasım gelmişti. Şimdi de yaşadığım ikinci büyük Transformers şokuna gelelim. Transformers’ın öyle pahalı oyuncakları vardı ki, sanırsınız yeni keşfedilmiş uzak diyarlardan tabanvayla Türkiye’ye getiriliyor! Yine de o yıllarda bizimkilere başka oyuncak aldırtmayıp en sevdiğim Transformers oyuncuklarını toplamayı başarmıştım. En pahalı olan hariç… Helikopter miydi, uçak mıydı tam hatırlayamıyorum; hafızamın o kısmı atlattığım bu şoklardan sonra biraz bulanık. Benim o zamanlar rüyalarımı süsleyen bu oyuncağı, sınıfın en fakiri sandığımız, önce hüpletip, sonra gümlettiği Safari Capri-Sun’ları bile benden aldığı borç paralarla alan arkadaşımın evinde görmeyeyim mi? Meğer okulun en zeki öğrencisiymiş de haberimiz yokmuş. Hem yılların emeği çıkartma koleksiyonum bir anda gitmiş, hem bizimkiler “Arkadaşında oynarsın.” diye aylardır beklediğim oyuncağı almamıştı. “Transformers: More Than Meets The Eye” sözünü benim kadar iyi anlayan yoktur. -Shalafi
Saber Rider and the Star Sheriffs (Sei Juushi Bismarck) (1984)
Bleach, Naruto, Beelzebub, Great Teacher Onizuka, Hikaru no Go gibi animelerle ün kazanan Studio Pierrot’un en eski animelerinden biri Saber Rider. Bu stüdyonun animelerin açılışlarına ne kadar önem verdiği ortada. Saber Rider’ın da öyle bir açılışı var ki bence anime tarihinin en iyileri arasındadır. Kanal 6’da “Uzay Polisi” adıyla verilirken “Can you feel the thunder inside?” dendiğini bilmezdim; ama yine de izlerken o gök gürültüsünü ve yıldırımları içimde hissederdim. Başka kanallar da vermişti animeyi. Bir dönem Türkiye’deki popüler “çizgi filmlerden” biri olmuştu hatta. Animelerde pek görmeye alışık olmadığımız kovboy ve Batı kültürünü barındırmasıyla, diğer animelerden ayrılan farklı çizgileriyle, derinlemesine işlenmiş olan çocukların kahramanı olabilecek karakterleriyle ve o mükemmel açılışıyla unutulmaz bir animeydi. Şimdi aklıma geldi de o zamanlar ben bu animedeki ata binmeyi çok isterdim. Sonra Kara Şimşek’i izleyip, Saber Rider’daki atı unuttum ve o arabaya binmek istedim. Bugün ise dolmuşa, minibüse falan biniyorum. :( -Shalafi
http://www.youtube.com/watch?v=RRFIB523pes
Yume no Hoshi no Button Nose (1985)
Bundan yaklaşık 15 yıl kadar önce, sonradan Jetix olan ve bir süre sonra da kapanan Fox Kids isimli harika çocuk kanalında tanışmıştım Button Nose ile. Tabii ki anime olduğunu bilmiyordum ama en sevdiğim çizgi fimlerden biri olmuştu. Konusu kısaca şöyle; animemizin baş kahramanı olan Button Nose isimli küçük kız, birkaç gün için evde tek başınayken, uzaylı bir robot (!?) çilek toplamak için Button Nose’un aile serasını ziyaret eder. Robotun uzay gemisine girip onu yanlışlıkla çalıştıran Button Nose, kendini başka bir gezegende buluverir. Sonradan öğrenir ki, bu gezegenin kralı kendisinin uzaktan bir akrabasıdır ve yaşlandığı için yerine kendisinin geçmesini ister. Değil Türkiye, dünyada bile pek popülerite kazanamaması yazık oldu, çünkü şimdi bile oturup izleyebileceğim kadar kaliteli bir seriydi, ama artık sanırım çok geç. Şayet YouTube’daki tek açılış videosu bile İsveççe. -YukuZetsuji
Dragon Ball (1986)
Bir Japon’a “en sevdiğin shounen anime nedir?” diye sorduğunuz zaman, eğer yaşını başını almış ve aklı başında bir insan ise vereceği cevap ya Dragon Ball olacaktır ya da hiçbir şey. Ülkemizde de kısa bir dönem yayınlanmış olan bu efsane anime, aslında bir Saiyajin olan Goku’nun, yok etmesi üzere yollandığı Dünya gezegenine yanlışlıkla çarparak hafızasını kaybetmesiyle başlıyor ve gizemli ejder toplarının peşine düşerek büyük bir maceraya atılıyor. Komedi ağırlıklı başlayan bu kült anime, ikinci serisi Z ile birlikte ciddi bir çizgiye geçiş yapıyor ve 10 yıl sürdükten sonra 1996 yılında tamamlanarak ekranlara veda etse de, hâlâ arada sırada film ve özel bölümleri çıkıyor. Tüm zamanların en iyi mangakası kabul edilen Toriyama Akira’nın elinden çıkmış bu baş yapıtı herkesin okuması veya izlemesi gerektiğini düşünüyorum. -YukuZetsuji
Dorimogu Daa!! (1986)
Küçükken ne garipmiş hemen her karakterden kahraman yaratmak, değil mi?
Elimizde iki tane köstebek var. Hafif şaşkın ve aksiyona hazır. Annelerini ziyarete gidiyorlar ve tam olarak hatırlayamadığım bir sebepten ötürü “Ulu Köstebek” tarafından göreve çağırılıyorlar. Görevleri şu; Dünya’da savaşlar almış yürümüş, artık içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Bizim köstebeklerin toprağın altındaki hayatları ise tam tersine güzellikler ve barış içinde, sükûnetle yürümektedir. Ulu Köstebek bizim kardeşlere 1 senelik uyuma izni verir ki, depoladıkları enerji ile Dünya insanlarına yardım etsinler. Böylece misyonu yüklenen köstebeklerimiz uzunca bir serüvene atılacak, türlü türlü hikayeler biriktirerek barış için yol alacaklardır. -Kymophobia
Watashi no Ashinaga Oji-san (Daddy Long Legs) (1990)
Candy Candy ile büyüyen çocuklardan biri olsam da çocukluğum en güzel Shoujo serisi Daddy Long Legs olmuştur; çünkü bu seri benim için hep ayrı bir yerde oldu. İlk bölümüyle başlayıp sonuna kadar tamamladığım ilk animemdi bu yapım ve rahmetli anneanneciğimle yayın saatini sabırsızlıkla beklediğim bir isimdi. Bu açıdan daha da özel bir yere sahiptir gönlümde. Yurtta büyümüş Judy’nin, okul hayatı ve gençlik yıllarında sahip olduğu anılar silsilesinin hikayesine sahip bir yapımdır Daddy Long Legs. Aslında dönemden daha çok, Judy’nin Uzun Bacaklı babası ile olan hayat hikayesidir bir nevi. Onu yırttan alıp en iyi okula yerleştiren ve Judy’nin hayatını kurtaran kişi diyebiliriz aslında. Masraflarını karşılayıp Judy ile ilgilense de kimliğini saklar Uzun Bacak. Judy, onun hakkında hiçbir şey bilmediği için ve babasının, okula yaptığı ziyaretleri sırasında gördüğü gölgesi sonucu ona ”Uzun Bacak” adını verir. Hlkaye örgsüsü eğlenceli şekilde işlenmiş bir yapım olsa da beni kendine bağlayışı mızmızlıktan uzak ve yetim oluşuna rağmen kendini ezdirmeyen ana karakteri olan Judy sayesinde olmuştur. Çocukuluğumun en güzel günlerinin izlerini de taşıması bu etkenlerden biri elbette, hatta en büyük etken. -Squaw-
Moero! Top Striker (1991)
Bugün animelere biraz Fransız kalan Fransızların Japonlarla beraber yaptığı Moero! Top Striker, bana göre çok karıştırıldığı Captain Tsubasa’dan daha iyi bir animeydi. Ülkemizde 1990’lı yıllarda Cine5, Show TV ve ATV kanallarında “Gol” ve “Şampiyonlar” diye 2 farklı isimde yayınlanan, ana karakterinin adı sayesinde “Benjamin” diye bilinen anime serisini, bugün Fransızca dublajlı “L’École des Champions” dışında bulmak pek de kolay değil. Super Magnum Vuruşu yapan Sezar’ı (Cesare) ve Serap Vuruşu yapan Eric’i (Julian) hatırlıyorsanız bu animeyi izlemiş olmalısınız.
Hatırladığım kadarıyla bir tek Cine 5 akşamları da yayınlardı bu animeyi, diğer kanallar ise tam çocukların okula gideceği saatlerde verip, çocukları hasta numarası yaparak evde kalmaya zorlar, kötü alışkanlar edinmesine sebep olurdu. Hayır, zaten hedef kitlen belli kardeşim. İzledikten sonra sokağa çıkıp, topla “Super Magnum Vuruşu” diye abanıp, birbirlerini şişleyecek, hayatın animelerdeki gibi olmadığını yıllar sonra anlayacak çocuklar… Tanıdığım bir çocuk vardı, devamlı hasta numarası yapıp, okula gitmezdi. Ben sorduğumda ise Magnum-Serap-Akula combosundan bahsederdi. O comboya hasta olunmayacak gibi değildi, orası doğru. -Shalafi
http://www.youtube.com/watch?v=aW-oQPMH1X8
Sailor Moon (1992)
Bu yaşta dahi gizemli adamlara duyduğumuz ilginin sebebi olan Smokinli Şövalye ve bu yakışıklı, güçlü ve gizemli adamların kaderinde genellikle mızmız ve şımarık kızlar olduğunun ilk kanıtı olan Ay Savaşçısı… İlkokulda sabahçı olmanın en güzel yanı eve gelip daha önlüğü bile çıkarmadan, televizyona göz sağlığını tehlikeye atacak yakınlıkta oturarak bu “çizgi film”i seyretmekti aslında. Baş karakteri sevmeyenin özdeşleşebileceği bir dolu yardımcı ve yan karaktere sahip, her karakterin kendi kişiliği, hayat hikayesi ve dönüşüm rutini olan; arkadaşlık, kahramanlık ve fedakarlıkların öyküsüdür Ay Savaşçısı serisi. İncecik seslerle kanepelerin üstünde “Merkür tozu!” “Jüpiter şimşeği!” diye bağırmış ve iyice karaktere bürünüp “Ben daha güçlüyüm!” “Bir kere benim eteğim kırmızı!” “Benim de saçım sarı!” gibi kavgalar etmişsek, aslına bakarsanız tarihimizin ilk fandom hislerine bu anime ile kapılmışız demektir. Ben mi? Plüton Savaşçısı’ydım pek tabii. ^^ – Speira
http://youtu.be/SwKJ4OCNqnE
Rurouni Kenshin: Meiji Kenkaku Romantan (1996)
Türkiye’de ATV aracılığıyla izlediğimiz bu animede sevimli sol yanağında çarpı şeklinde yara izi olan samurayımız Kenshin’in kötü geçmişinden kurtulma çabası anlatılıyor. Tabi ki bu sırada düşmanlar rakipler kendisini hiç rahat bırakmıyor. Yeni tanıştığı Sagara Sanosuke, Kamiya Kaoru, Myōjin Yahiko, Takani Megumi ile birlikte uzun uğraşlar sonunda geçmişinden kurtulabiliyor. Bu olaylar içinde aşk, huzur, eğlence, aksiyon, ölüm, dram gibi konular da işleniyor. Çocukluğumda her sabah erken saatte uyanıp pembe saçlı Samurai X’i izleyeceğim diye annemden az azar işitmemiştim. Şuana kadar yapılan Live actionlara göre gayet başarılı bir yapıma sahip olan Rurouni Kenshin’in bu şekilde bitmesi de içten içe beni üzüyor. -VoidLeader
Pokemon (1997)
Mahallede saygın bir çocukluğum olmuştu. Çünkü en çok tasoya sahiptim ve gün içinde üttüğüm tasolarla korku salıyordum. Tasolara vuruşumu yapmadan önce şapkamı yan çeviriyor ardından bağırmayı da ihmal etmiyordum. Bir akşam titrek sokak lambasının altında, irice bir abiye fena ütüldükten sonra evde ağlamamı unutamıyorum. Çok acıydı yahu. Hepsi benim için inanılmaz değerliydi ve kutsal vuruşlarımın şahane eserleriydiler. Hatta silmeyi ve zaman zaman sayıp mutlu olmayı da ihmal etmiyordum. Çocukluğumuza Pokemon’un etkisi (binalardan atlamayı, Charizard olup sakatlanmayı saymazsak) ve ütmek kelimesinin dilimizden düşmemesi, tasoların çıkardığı o ses, kısacası o yıllar paha biçilemeyecek güzellikteydi. Ash Ketchum’un pokemon eğitmeni olmak için yaşadığı maceraları ve pokemonları ile arasında olan bağı ne kadar zaman geçerse geçsin unutmayacağız gibi gözüküyor. – Madam Red
Yu-Gi-Oh ! (1998)
Bundan tam 18 sene öncesine uzanarak o zamanların gözdesi olmuş meşhur kart oyunu Yu-gi-oh! serisi günümüzde de devam etmekte. Eskiden izlediğimiz Jojo gibi bir çocuk kanalında yayınlanırdı ve ”Düello yapalım” diye başlayan o sözlerle gaza gelerek biz de o kartları sakızlar alarak bulur ve sokaklarda oynardık. Yu-Gi-Oh serisi, canavar kart oyunu dediğimiz bir strateji oyunundan ibaret olmayan daha çok Yu-Gi-Oh dünyasında globalleşmiş ve önemli bir ”iş”konumuna gelmiş bir oyundur. Baş kahramanımız Yugi Muto, kimseden farklı olmayan bir delikanlıdır ancak Millenyum Yapbozu’nu çözmesiyle hayatını değiştirecek olan yeni arkadaşıyla tanışır ve karanlık güçleri elinde bulunduran düellocularla savaşmaya başlar. Bundan sonraki seriler birbirinden biraz daha bağımsız şekilde yalnız aynı amaçla çalışan baş karakterlerle devam etmektedir. Gx, 5D, Zexal ve en yenisi Arc-V ise diğer serileridir. -myd10oz
Kamikaze Kaitou Jeanne (1999)
“Ya hani bir çizgi film vardı. Kız vardı bir tane, insanları kötü ruhlardan kurtarıyordu; ama hırsız sanıyorlardı. Hani saçları kahverengiydi de, dönüşürken sarışın oluyordu. Güllerden kurdeleler falan çıkıyordu, kıyafeti değişiyordu. Adı neydi ya onun?” Daha iki-üç sene önce bir arkadaşım gelip Kamikaze Kaitou Jeanne’yı bu şekilde sormuştu. Ay Savaşçısı gibi Toei Production yapımı olan ve önceleri “Sevimli Hırsız” ismi ile tanıdığım bu seri zamanında genç kızların sihirli- büyülü kahramanlara dönüşmesi temasıyla gönlümü fetheden bir diğer yapım olmuştu. Şimdi bakıyorum izlememin üzerinden yıllar geçti. Ama geçen zamanın ardından ne dünya tarihini değiştirmiş kadınlardan Jeanne d’Arc’ın reenkarnasyonu sevimli başkarakter Maron’u, ne karizmatik rakip Sinbad altkimliği ile Chiaki’yi, ne ikilinin tatlı rekabetini ve onların peşindeki en-iyi-arkadaş-Miyako’yu, ne de Finn ile Access’i unutabilirim.Shoujonun çocukluğumdaki ilk izlerinin şerefine “Şah ve Mat!”. -Katze
Digimon Adventure (1999)
Pokemon’dan sonra ülkemizde en sevilen serilerden birisi de Digimon olmuştur. Tabi Digimon’un yeri bende ayrıdır. Her ne kadar Pokemon ile benzer ögeler, temalar barındırsa da farklı olarak maceramızın ilk sezonunda 7 çocuğun digimonların yaşadığı Digital Dünya adı verilen yerde sıkışıp kalmaları ve dünyalarına dönme çabası anlatılmaktadır. Tabi bu esnada binbir çeşit macera yaşarken öte yandan dostluğun en saf ve en güzel hali de yansıltılmakta. İlkokuldayken okulumuz tam gündü. Digimon’un başlama saati ise çıkışıma denk gelirdi, Allah’tan okul eve yakındı da gelir gelmez tvyi açıp günü gününe hiç kaçırmadan izlerdim. Öte yandan Digimon da taso modasından eksik kalmamış, ona özel kenarları aşağı-yukarı tırtıklı tasolar üretilmişti. Benim çok cips yememe izin verilmediği için yediklerimden çıkanları (az sayıda da olsa) özenle saklardım . Ayrıca müzikleriyle benim için bir o kadar efsane olmuş sadece ilk iki sezonunu izlediğim Digimon’u şimdi arada bir açıp izlesem de o zamanki tadı alamıyorum. Artık çoğu şey gibi internet de elimizin altında olduğu için bazı şeylerin kıymeti kalmıyor belki de… Yine de kalbe dokunan o finali Kouji Wada’nın efsane şarkısı “Butter-fly” eşliğinde bir kez daha izlemeye ne dersiniz? -hanajima
Bakuten Shoot Beyblade (2001)
Japonya’da başlayan hikayede azimli arkadaşımız Takao Beyblade düelloları ile ilgilenmektedir. Bu ilgisi ilerledikçe kendisi için azim kaynağı olur ve BladeBreakers (Japon Takımı) ile beraber dünya çapında olan Beyblade turnuvasına katılır. Takımda hepimizin kendine has duruşuyla hasta olduğumuz Kai Dranzer (Kırmızı Anka Kuşu) ile, Çin kabilesinden gelen azimli arkadaşımız Rei Driger (Beyaz Kaplan) ile, Duygusal mı duygusal sarışın arkadaşımız Max Draciel (Yılan Kaplumbağa) ile ve ana karakterimiz Takao Dragoon (Mavi Ejderha) ile yer almaktadır. Ayrıca teknik olarak destek eden gözlüklü arkadaşımız Bilgiç’i de unutmamak lazım. Her şey bir kenara itiraf etmek gerekirse ben de Kai’nin “cool” davranışlarına özenmeye çalışmıştım. -VoidLeader
Go! Go! Itsutsugo Land (2001)
Yaramaz Beşizler adıyla yayınlanan bu şirin seri orta düzeyde bir ailenin her birinin karakteri birbirinden farklı olan beşiz çocuklarının yaşadıkları günlük maceraları konu almaktadır. Dövüş sporlarına meraklı, ruh hali değiştiğinde saçları bir anda renk değiştiren Arashi; beşizlerin en safı, Yurika isimli bir kıza aşık olan Kabuto, Nobel ödülünü almanın hayalini kuran, kardeşlerin en zekisi Hiroki; beşizlerin en süslüsü, bir pop yıldızı olmanın hayaliyle yanıp tutuşan Kinoko ve kardeşlerin en seveceni bir o kadar da en oburu Kodama. Bilmem hatırlar mısınız? Hatta ülkemizde yayınlandığı tarihte (net hatırlayamıyorum) Sailor Moon’un ardından yayınlanırdı. Kısacası bu seriyi de izlemek ayrı bir keyifti. ^^ – hanajima
Shaman King (2001)
70’li yıllardan 2000’li yıllara ve dosya konusunun sonuna doğru geldik. Jetix’in 8590252 kere baştan yayınladığı, üstelik bunların çoğunu animenin son bölümünü göstermeden yaptığı Shaman King’i izlerken anime olduğunun farkındaydım. Yine de o yıllarda izleyicilerin büyük bir bölümü tarafından anime olduğu bilinmiyordu. Shaman King’i tam olarak “Biz zamanında şanslıymışız, şimdiki çocuklar televizyonlarda düzgün anime izleyemeden büyüyorlar.” dediğim bir zamanda izlemeye başlamıştım. Bir kere İngilizce açılışı çok güzeldi. Shaman King olmak için yapılan mücadeleler olsun, espriler olsun, karakterler olsun oldukça keyifli bir seriydi. Ayrıca sırlarla doluydu. En büyük sır ise Lyserg’in, ailesini öldürdüğü Zeke’den intikamını alabilmesi için Yoh’u yarı yolda bırakarak, X-Laws’a katıldığı “Dark Side’a geçtiği” aylarca arka arkaya yayınlanan bölüm sırasında Jetix çalışanlarının başına ne geldiğidir. Zeke demişken, karakterin karizması da seriye ayrı bir hava katıyordu. Seriyi bugün yeniden izleseniz bile şimdiki animelerin çoğundan daha fazla eğlendirebilir sizi. Zamanının ötesindeki animasyonları bana bugün bile güzel geliyor. Animenin kötü yanı ise kesinlikle sonu. Manganın sonu oldukça farklı ve çok daha güzel. Seriyi sevdiyseniz manganın sonuna bakmanızı tavsiye ederim. And I won’t give up the fight to be Shaman King. -Shalafi
Sonic X (2003)
Sonic’i bilmeyen yoktur. Dünyanın en hızlı ve en mavi kirpisinin, televizyon ekranlarındaki ikinci macerası olan (ilki kalitesiz çizimlere sahip ama oldukça güzel espriler içeren bir Amerikan çizgi dizisiydi) Sonic X, kısa sürede büyük ses getirerek hatırı sayılır bir üne kavuşmuştu. Her gün okuldan eve geldiğimde yaptığım ilk iş, üzerimi bile değiştirmeden mutfak televizyonun karşısına kurulup Sonic X izlemek olmuştu, bölüm bittikten sonra da bu ritüeli, bilgisayarda Sonic Heroes oynayarak tamamlardım. Her ne kadar Sonic oyunları yıllara göre kaliteyi düşürse de, 11 yıl önce çıkmış bu anime tıpkı o zamanki oyunları gibi kaliteliydi. Şiddetle önerilir.
http://www.youtube.com/watch?v=F2mE5FqI5WY
Bizden bu kadar sevgili okur. Yazıya başlamadan “4-5 cümleyi geçmeyelim.” diye konuşmuştuk; ama yine 3500 kelime yaptık. Senin küçüklüğüne ait unutamadığın seriler hangileri?