Arcane: League of Legends İnceleme
Arcane: League of Legends İnceleme
Tür: Aksiyon-Macera, Drama, Fantasy, Science fiction, Steampunk
İlk Çıkış Tarihi: 6 Kasım 2021
Açılış Müziği: “Enemy”- Imagine Dragons
Alıntı: League of Legends- Riot Games
Yapımcı: Netflix
Nereden başlasam, nasıl bir giriş yapsam, hangi cümlelerle tanımlasam bilemiyorum ancak itiraf etmeliyim ki tek kelimeyle EF-SA-NE bir yapım olmuş. Artık her şeyi kapatıp gidebiliriz.
Eski bir League of Legends oyuncusu olarak ve her ne kadar ana hikâyeye tam olarak hâkim olmasam da yıllarca “artık bir dizi, bir film yapın da izleyelim” diyen, bu işe gönül koymuş oyuncularının yükselen seslerine, tiz bir sesle ben de eşlik ediyordum. Bu istediğin birçok sebebi var tabi ancak en büyük sebeplerinden biri Riot Games’in efsane hikâye anlatışının yanı sıra yıllar içinde yaptıkları inanılmaz güzel sinematiklerdi. Her izlediğim sinematiğin ardından deli gibi müziklerini dinleme listesine atan ben, yakında zamanda “awaken awaken” diye sağda solda gezerken bu aralar “everybody wants to be my enemyyyyyy!” diye geziyorum.
Hikayemiz; Piltover ve Zaun arasında olan savaş sonrası anne ve babasını kaybetmiş Zaun’lu iki kız kardeşin, Zaun savaşının öncülerinden biri olan Vander tarafından evlatlık alınması ile başlıyor. Bu sahneden sonra ise, bir zaman atlaması oluyor ve bu iki kızımız Violet ve Powder’ı biraz daha büyümüş olarak Piltover’da hırsızlık yaparken görüyoruz. Tabi biz biliyoruz ki, filmin daha ilk sahnesinde hırsızlık yaparsan döner dolaşır ayağına dolanır, kurtulamazsın. Nitekim şom ağzımız işe yarıyor ve sezonun sonuna kadar bu illetten paçayı kurtaramıyorlar. Biz de içten içe işe yarayan şom ağzımızdan ve kem gözümüzden ötürü kendimizle gurur duyuyoruz. Şaka maka şimdi düşününce bu çocuklar o gün hırsızlık yapmasalardı, her şey çok daha farklı olabilirdi harbiden. Buradan da ne dersi çıkarıyoruz, “Hırsızlık yaparsanız, sezon sonuna kadar kötü kötü şeyler olur.” Neyse efendim, dersimizi de aldığımıza göre gelin size bu iki bölgenin kan davasına dönen hikayesinden biraz bahsedeyim. “Hırsızlık mı yapıldı yoksa?” şeklinde minnak şakalar yaptığınızı duyar gibiyim ancak durum öyle değil; daha büyük bir şaka var.
Bundan yıllar yıllar önce tahmini 770 yılında, Piltover ve Zaun bölgeleri eski adı “Osha Va’Zaun” olan çok önemli bir liman kentiydi.
Doğu ve batı denizlerinin ortasında bulunan, Shurima ve Valoran kıtalarını birleştiren ve stratejik konumundan dolayı muazzam bir ticaret merkezi olan Osha Va’Zaun, 772 yılında, “Madem biz önemli bir liman kentiyiz. Neden limanlarımızı daha etkin kullanmayalım, neden ticaretimizi daha hızlı gerçekleştirmeyelim?” diyerek akıllıca bir karar alarak “Kanal Osha’Zaun” projesine imza atarlar. Bu projeyle birlikte -bilmem kaç milyon yıl içinde gerçekleşen volkanik patlamalar, depremler, seller neticesinde yavaş yavaş oluşan yeryüzü şekillerine, sanki birbirlerini tetiklemiyormışçasına pırıltı saçan insan müdahalesiyle- koskoca şehrin ortasından bir kanal (? Yetmiyor kanallar) geçirmeye karar veriyorlar. “Güneş Kapısı” adı verilen bu geçitlerin yapımı aşamasında şehrin büyük bir kısmı su altında kalıyor ve aşağılara doğru sürükleniyor. Bu pırıltı saçan insan müdahalesine, insan olmayan “Janna” adındaki bir rüzgâr ruhu müdahale ederek oluşan felaketi kısmen de olsa önlüyor. Böylece Osha Va’Zaun, Piltover ve Zaun olmak üzere iki bölgeye ayrılarak dizideki güncel şeklini alıyor.
Bu iki bölge arasında gerek konum gerek yaşayış gerek kültür gerek maddi durum gerekse hava koşulları açısından inanılmaz bir uçurum vardır. Öyle ki bir Piltover’lı Zaun bölgesine girdiğinde nefes almakta bile zorlanmaktadır. Çünkü Zaun, alt kısımda kaldığı için havası daha zehirli, daha basık ve daha yoğundur. Her türlü suçun kol gezdiği Zaun bölgesine nazaran Piltover ise, daha zengin bir yaşam sürmekle beraber havası da güneşli ve temizdir. 7 kişiden oluşan (sonrasında 8. Kişi olarak Jayce seçilir) Konsey tarafından yönetilen Piltover, Zaun bölgesini tamamen dışlamaktadır. Bundan dolayı da Zaunlular Piltoverlılara karşı kin beslemekte ve bu dışlanmadan kaynaklanan baskılanmışlıktan dolayı da özgürlük mücadelesi vermek istemektedir. İşte hikayemizde verilen bu özgürlük mücadelesi içerisinde gelişen tüm olayları, farklı açılardan anlatmaktadır. Bir yandan ana konuya hâkim olurken; bir yandan da League of Legends kahramanlarının hayat hikayelerine ve yaşanmışlıklarına da hâkim olmak nereden baksanız hoş bir nostalji yaşatıyor. Vi ile kardeşi Powder (Jinx) arasındaki uçurumun giderek büyümesine, Ekko ile Jinx’in arkadaşlıklarının bozulmasına, Viktor’un pişmanlığına, Jayce’in arada kalmışlığına, Heimerdinger (Haydargiller)’ın öğrencisi tarafından yüzüstü bırakılmasına, Vander’ın dönüşümüne, Silco’nun sona doğru Vander’ı haklı bulmasına şahit olmak her ne kadar iç parçalatsa da; Caitlyn ile Vi’ın duygusal yakınlaşmasına, Ekko ile Vi’ın yeniden kavuşmalarına, Heimerdinger’ın Ekko’yu öğrencisi yapmasına ve her şeye rağmen Vi ile Powder’ın birbirlerini koşulsuz sevmesine şahit olmakta bir o kadar mutlu etti.
Açıkçası bu mini diziyle beraber Riot’un, oyundan hiç haberi olmayan insanları “bu nasıl bir oyundur acep?” diye meraklandırıp, dikkatlerini çekmeyi başardığını; oyunu yıllardır oynayan oyuncularının da takdirini aldığını düşünüyorum. Sanırım bugüne kadar her iki tarafı da sevindiren yapımlar çok fazla değildir. Genelde içeriğe hâkim olanlar mutlu olmazken, içeriğe hâkim olmayanlar mutlu olur. Bunun en güzel örneklerinden biri de kuşkusuz Yüzüklerin Efendisidir diye düşünüyorum. Film seriyi okuyup bitiren kitle tarafından pek de beğenmezken; seriyle hiçbir alakası olmayan ve sadece filmi izleyen ben gibiler tarafından da el üstünde tutulur. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım arkadaşlar; hangimiz kara kapılarda Aragorn’un buğulu gözlerle, “Frodo için!” diye bağırdığında ağlayıp, biz de “Frodo için!” diye bağırıp duygulanmadık.
Hoş, sonrasında yüzüğü bırakmamak için parmağından olan Frodo’ya bakıp “bu Frodo için miydi?” deyip, hayal kırıklığımızı kibar bir ifadeyle de belirttik ama olsun. Yine de altın değerinde bir filmdir. (Sonuçta nereden bakarsanız bakın günümüzde 1 gr altın: 786,21 TL civarındadır. Bkz: aralık ayı 2021 kur fiyatları)
Gelgelelim konumuza; burada ise her iki tarafı da memnun etme durumu var. Bunun en büyük sebeplerinden biri eldeki konunun, çok detaylı değil, demeyelim de bir Yüzüklerin Efendisi kadar derin olmaması diyebiliriz. Böyle olunca da ana temadan sapmadığınız müddetçe çok şey aktarabiliyorsunuz. Ancak böyle söyleyince olay basitleşmesin lütfen; bugüne bugün ne kadar özgür olursanız olun, kaliteli senaryo yazmak ve bunu yönetmek çok zor. Hatta bunları başarsanız bile ortaya her zaman kaliteli işler çıkaramıyorsunuz. Bu konuda da çok iyi iş çıkardıklarını söyleyebilirim. Bir tek zaman zaman oluşan alakasız geçişler biraz rahatsız etti ancak bu da çok büyük bir sorun teşkil etmiyor. Çünkü yapılmak istenenin, dizi bittikten sonra izlenmek istenen sahnelerin epik olmasına odaklandıklarını anladığınız için, anlamsız geçişlerin olmasına hak verebiliyorsunuz. He daha iyi yapılabilir miydi, tabi ki daha iyi yapılabilirdi ancak çok da takılmamak lazım. Zira yapılan iş gerçekten mükemmel. Bu yüzden puan kırmıyoruz ve devam ediyoruz.
Anlamsız geçişlerden bahsettiğimize göre bir örnekle de taçlandıralım konumuzu tabi ki. Mesela, Jayce ile Vi bir konuda ortak hareket etme kararı alıyorlar ve hemen sonraki sahnede ise Jayce’in mekânı basmış, dövüşür vaziyette görüyoruz. Vi ortalarda yok, Jayce oraya ne zaman gitti, nasıl gitti bilmiyoruz ve hatta elinde -sadece tanıtım yaptıklarında gösterdikleri- çekici var ve yine ne zaman olduğunu bilmediğimiz bir şekilde inanılmaz profesyonel kullanıyor. Hani daha öncesinde böyle bir yönünü gösterseler anlarım ancak tüm bölüm nahif kişiliğini ve bilime olan tutkusunu gördüğümüz Jayce’in bir anda savaşçı olması garip duruyor. Sonrasında ise Jayce’in başı sıkışıyor ve tam o esnada Vi -arkadan gelen süper bir müzikle- olaya dahil oluyor.
Burada yapılmak istenen iki şey var; bunlardan biri Jayce ve Vi’ın dövüş sahnesini başrol yapmak, ikincisi ise League of Legends hayranlarına selam çakmak. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, Arcane her ne kadar yeni bir dizi olarak karşımıza çıkmış olsa da özünde League of Legends’ın bir parçasıdır ve oyundaki kahramanların orijinal hayat hikayelerini anlatır. Bu açıdan düşündüğümüzde Riot Games’in hayranlarına selam çakmamaları anlamsız olurdu. Peki, League of Legends yani nam-ı diğer LoL nasıl bir oyundur, öncelikle onu bir aydınlatalım. Efendim, League of Legends beş güçlü şampiyondan oluşan iki takımın birbirlerinin üslerini yok etmeye çalıştığı takım çalışmasına yönelik bir strateji oyunudur. Küçük bir harita üzerinde oynanan oyunda, her takımın kendi içerisinde bir strateji dinamiği olur ve bu dinamiğe göre savaşlar meydana gelir. Stratejiniz, takım içerisindeki katkınız ve tabi ki şampiyona hakimiyetiniz ne kadar iyiyse, kazanma şansınız o kadar yüksektir. Takım merkezli (team-based) olan bir oyunun çıkardığı dizi de oyunun şampiyonlarından Jayce ve Vi’ın sırt sırta dövüştüğünü görmek, tabi ki oyunun hayranları gibi beni de çok sevindirdi ve heyecanlandırdı. Hatta oyun içindeki silahlarıyla birlikte görmek tam bir görsel şölendi diyebilirim.
Değinmek istediğim bir diğer konu ise tercih edilen çizim tekniği ve renk paletleri. Klasik animasyon çizimlerinin dışına çıkarak farklı bir çizim tekniği ile karşımıza çıkan Riot ekibi, tüm görselleriyle birlikte kendimizi adeta bir yağlı boya tablosu içindeymişiz gibi hissettiriyor diyebilirim. Bu çizim tekniğine benzer bir işe “The Wolf Among Us” oyununda da denk gelmiştim ve hayran kalmıştım. Arcane de ise bu, çok üst seviyede. Ayrıca renklendirme için seçilen pastel renk tonları ise olayları daha da duygusallaştırıyor.
Gerek karakterlerin mimikleri gerek ortamın atmosferi gerekse kullanılan müzikler ve onların giriş anları, o kadar detaylı, özverili ve uzun çalışılmış ki takdir etmemek elde değil. Özellikle duygu geçişleri ve bu geçişlerin seyirciye aktarılması inanılmaz başarılı olmuş. Sanki bir animasyon filmi izliyormuş gibi değil de gerçek oyuncularla bir film yapılmış ve onu izliyormuşuz gibi duruyor. Özellikle ilk bölümdeki iki kardeşin gözünden seyirciye aktarılan vahamet, acizlik ve çaresizlik duygusuyla, son bölümdeki Jinx’in, Sting’in efsane şarkısı “What could have been” eşliğinde bize yaşattığı tüm karışık duygular muazzam.
Hiç kimseyi tam anlamıyla suçlayamamak, nedenlerini kestirebilmek ve olaylara her iki perspektiften de bakabilmek o kadar gerçekçi ki; iyi ve kötü hiç bu kadar gri olmamıştı dedirtiyor. Aslında herkes eşit oranda suçlu ve eşit oranda suçsuz. Ne Silco’yu tam anlamıyla suçlayabiliyorsunuz ne Vander’i ne de Konsey’i. Her ne kadar tüm suçlu yine insanlar olsa da dizi süresince izlediğimiz her karakter, zaten var olan kökleşmiş sistemin çocukları olduğu için çok da suçlu değil. Oturmamış, iyi yönetilememiş sistemlerin cezasını çocuklar çekmemeli. Açıkçası Arcane dizisini izlerken aklımdan sürekli “eğer iyi bir yönetim olsaydı ve bu çocukların anne- babaları ölmeseydi, Jinx’in sanrıları ilerlemez ve ablasıyla mutlu mesut yaşardı” şeklinde bir düşünce geçip durdu. Her şey bu kadar basit iken, her zaman ötekileştirmeyi seçiyoruz ve bu kutuplaşma ister istemez kötülüğü doğuruyor. Yani dönüyoruz dolaşıyoruz yine kendi ayağımıza sıkıyoruz.
Arcane mini serisini her açıdan çok beğendiğimi, izlerken sadece bir izleyici olarak değil, içinde yaşadığım dünyayı eleştirerek de izlediğimi söyleyebilirim. İnanıyorum ki birçok kişi de benim gibi izlemiştir. İlk sezonda her ne kadar olayların derinine inmeseler de ikinci sezonda neler olabileceğine dair birtakım sinyaller verdiler. Mesela Noxus’un dahil olması gibi. Ayrıca yavaş yavaş yeni karakterleri görecek olmamız da gerçekten heyecan verici. Kaldı ki Zaun ve Piltover’daki tüm karakterleri göremedik bile. Yaşayan bir evreni olduğunu da düşünürsek, dizinin “Allah -Arka Sokaklar- ömrü versin” cümlesindeki Arka Sokaklar ömür itemi ile sezon sayılarının ölümsüzleşeceğinin garantisini verebilirim. Eğer ki izlemek için bir fırsat yakalarsanız, kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.
Yazara ulaşabileceğin mecralar: